Etiket Arşivleri: mimari

Toprağın geçmişten gelen yolculuğu

Dokunmaktan haz aldığımız, kusurlarına saygı duyduğumuz, renklerinde kaybolduğumuz seramikler, içimizde ve evimizde derin bir mutluluk uyandırıyor.

Dile kolay, 8000 yıl öncesine uzanan bir hikâyesi var seramiğin… Toprak, su, ateş, hava diye yola çıkan insanoğlu, önceleri sadece ihtiyaçlarını karşılamak için şekillendirdiği toprağı daha sonra dekoratif aksesuarlarla dönüştürmüş. Çanaklar, çömlekler, küpler, su testileri… Bu uzun zaman diliminde Truva, Lidya, Hitit, Bizans derken seramik neredeyse tüm medeniyetlere yayılmış ve üretilmeye, keşfedilmeye, süslenmeye, özellikle sanatsal anlamlar katılmaya açık bir malzeme olmuş. Öyle ki, mimari objelere, ilkyazı tabletlerine, dini simgelere dönüştürmüş. Bu liste uzayıp giderken teknikler de geliştikçe gelişmiş. Çamura renk katmışlar, sonra da kumu eriterek seramiği kaplayan parlak malzeme olarak bilinen sır tekniğini bulmuşlar. Her ne kadar kökeni Anadolu’da olsa da farklı tekniklerle değişik formlara giren kil, İran’dan Çin’e, Hindistan’dan Fransa’ya dünyanın dört bir yanına yüzyıllar boyu yayılmış. Bugün pek çok sanatçıya, mimara ve tasarımcıya ilham olan seramik, kişiselleştirilmiş dokuların, formların ve renklerin tutkuyla, usta eller tarafından bir araya getirildiği birer şahesere dönüşüyor.

Doğanın, yalınlığın, saflığın ve ham olanın tercih edildiği yaşam stillerindeki eğilimler gösteriyor ki, malzemede de iyi, sağlıklı olanı arıyoruz. Doğru işlemlerden geçtiği sürece sağlığa herhangi bir zararı olmayan seramik, belki de bu yüzden hayatımızın bir parçası. Son yıllarda modayı ve trendleri de önemli ölçüde etkilerken, günümüzde salonlardan bahçelere dek ev ile ilgili her alanda karşımıza çıkıyor. Dekorasyondan aksesuara kadar tek bir yerde sıkışıp kalmayı reddeden seramik, banyo zeminlerinden mutfak duvarına kadar hayatımızın her alanını işgal etmiş durumda. Bir dekorasyon öğesi olarak seramiğin sıcak ve soğuğa karşı dayanıklı olması mimarideki kullanımını da güçlendiriyor.

Günümüzde dekorasyon modası, akımları temelden reddeden bir anlayıştan uzaklaştı. Önceki yıllardan gelen retro geometrik esintisi güncelliğini 2019’da da sürdürüyor. Önceki yıllarda daha çok banyo, mutfak ve balkon gibi alanlarda tercih edilen, 2018 yılı içinde salon, yatak odası duvarlarında da boy gösteren seramikler; önümüzdeki yıllarda da buradaki yerini koruyacak gibi görünüyor.

Genel dekorasyon içinde seramiğin etkin kullanımına baktığımızda mutfak ve banyolardaki çağdaş tasarımlara tanık oluyoruz. Ev hayatımızın büyük bir bölümünün mutfakta ve banyoda geçtiği gerçeğini inkâr edemeyiz; ev almayı ya da evlerini yenilemeyi düşünenler için bazı püf noktaları var. Bu yıl mutfaklarda çağdaş tasarımlar, banyolarda ise daha sağlıklı ve sade ürünler tercih ediliyor. Ayrıca çalışma hayatının getirdiği zamansızlık nedeniyle, kolay temizlenebilir ve bakteri barındırmayan ürünler bu yıl bir adım öne çıkıyor. Gri ve beyaz renklerin hüküm sürdüğü mutfak dekorasyonunda siyah-beyaz kontrastı da dikkat çekiyor. Ayrıca seramiklerde platin ve platin renk tonlarının ışıltısı ile özel tasarlanmış detaylar da, klasik ve gösterişli tarzdan vazgeçemeyenlerin beğenisine hitap ediyor. Seramik sektöründeki öncü firmalar beğenileri dikkate alınarak yarattığı serileri, estetik ve bütüncül konseptleri ile yeni ürünlerini sunmanın tatlı heyecanı ve keyfini sürüyor.

Seramikler yalnızca ıslak zeminde değil, evlerin her köşesinde sade bir şıklık yaratıyor. Retro esintisi yaratan çizgileri ile soyut görüntü veren bir tarza sahip olan seriler ise; sanat galerilerinde, otellerde ve kafelerde fark yaratmak isteyenlerin tercihi oluyor.

**Tüm fotoğraflar Emil Group’tan alınmıştır.

Rotamız Manhattan, ilhamımız Loftlar

Günümüz kent yaşamının konut kulvarında önemli bir yenilik söz konusu. ‘Loft’ tipi daireler, bekar metropol insanının da, iki kişilik ailelerin de yaşam mekanı tercihlerinde ilk sıralara yerleşiyor. Rahat, havadar, iyi planlanmış loftlar, endüstriyel dokuları öne çıkarması ve akıllı çözümleriyle bu tercihi yönlendiriyor elbette ama başka önemli özelliklere da sahipler.

‘Loft’ kelimesini aslında daha çok New York’ta yaşayanlardan duyduk daha önce. Terk edilmiş binalarda yer alan bu ev tipinde, duvarsız, separatörsüz, geniş, yüksek tavanlı, ferah, kolonların arasından uçsuz bucaksız metrekarelere yayılmış bir ev kompozisyonu, mutfağı, yatağı, çalışma alanını, vs. aynı alanda birleştirip, yıpranmış tuğla duvarların arasında biraz da bohem bir atölye-ev havası estiren bir atmosferi tanımlardı. Dünyanın en sık görülen ev tipi olmadığı için, rahatına düşkün ve orijinallik isteyen herkesin hayallerini süslerdi.

Ancak yıllar sonra, özellikle de kentlerde ‘tek başına yaşam’ın popülerleşmesi veya ‘iki kişilik çalışan aileler’in sayılarının hızla artmasıyla, -hali hazırda bir booming yaşayan- emlak sektörü, talebi arza güncelleştirilmiş loft tipi dairelerden oluşan kuleler tasarlayarak dönüştürdü. Modernist kule çalışanları, bu yeni mimari yaklaşımı o kadar hızlı ve kolayca benimsediler ki artık loft tarzı, neredeyse Amerika’daki ününü buraya teslim edecek gibi.

Kaldı ki, (tıpkı yıllar önce Manhattan’da olduğu gibi) zamanında kent merkezinde kurulmuş olan sanayi bölgelerindeki depo, fabrika ve atölyeler yavaş yavaş şehir dışına taşındıkça, bu binalar işyeri olarak değil, konut olarak değerlendirilmek suretiyle, müstakil bireylerce satın alınıyor ve renovasyonu keyifle birleştiren pek çok yaratıcı yatırımcı, ‘eski sanayi’ bölgelerine kendi ‘loft’larını kondurdu. Ama genel olarak bu yeni yaşam tarzı öncelikle, ailelerinin apartman dairesi hayatından sıkılmış, dinamik ve iyi kazanan genç nesil tarafından ya da tempolu yaşayan yüksek gelirli profesyoneller tarafından tercih edildi ve edilmekte.

Bu geniş hacimli, yüksek tavanlı ve büyük pencereli mekânlar için mobilya seçmek, dekorasyon yapmak, bir tarz tutturmak çok da kolay değil. Tek ve açık planlı mekan, dışarıda görünen tesisat boruları, kirişler ve taşıyıcı kolonlar gibi unsurlar, loftlara dekoratif olarak fazla seçenek bırakmıyor. Örneğin klasist veya gösterişli bir dekorasyon tarzını seçmek işin doğasını bozuyor. Dolayısıyla gidilecek yolda modernist ve maskülenist davranmak, zaman zaman çağdaş sanat eserlerine veya tasarım heykellere yer vererek, vintage veya bir iki parça antik kullanarak yaşam gustosu olan bir denge kurmak gerekiyor. Elbette ki ‘rahatlık’ temasını göz önünde bulundurmak en önemli kriter: Bu noktada en konforlu yaşama, uyuma ve yemek yeme alanlarının belirlenmesi şart.

Işığın en kuvvetli olduğu noktaya yaşam ve çalışma alanlarını konumlandırmak, karanlık köşelerde uyuma alanını sabitlemek de bir fikir. Mekanları biraz birbirinden ayırmak için, arkası kapalı olmayan, çift yönlü kullanılan bir kitaplık ünitesi kullanmak, farklı renkte halılarla algıyı ayrıştırmak mümkün; ayrıca sadece belirli bir bölgeyi platformla yükseltmek, tavandan sarkan, bağımsız perdelerle sınırları belirlemek de kolay.

Mobilyalara dönecek olursak, hamlık duygusu loft tarzı evlerin DNA’sında var, bu bir gerçek. Bu doğrultuda, evin mimarisindeki (örneğin sıva/tuğla bırakılmış duvarlar, beton efektli zeminler gibi) hamlık duygusu, ham ahşap mobilyalar, mermer ve taş gibi yine doğadan gelen malzemelerle çalışılmış tasarımlar veya çevreciliği önemseyen yüksek teknoloji ürünü sistemlerle birleştirilebilir (zaten loft tarzı yaşamı seçen bir kentlinin, geleneksel çözümler yerine reformist seçimler yapması, rastgele yerine iyi düşünülmüş, değeri, fonksiyonu ve teması olan ürünlere yönelmesi beklenir). Ancak mekan, çok da mekanik de durmaması için tekstillerle bol miktarda yeşil bitkiyle yumuşak ışık düzenekleriyle de ısıtılabilir. (Bana sorarsanız eskitilmiş bir Chesterfield, kalabalık yemekler için ada çözümlü bir süper-teknolojik mutfak ve bir köşede irili ufaklı mumlarla yaratılmış bir köşe, gerçek bir loftun ‘olmazsa olmaz’larıdır bu arada…). Öte yandan, mobilya seçerken çekmeceli, dolaplı, bazalı mobilyaları da göz önünde bulundurmak gerekir çünkü depolama, loftların en önemli sorunlarından biri haline dönüşebilir. Bunu önlemek için, depolama potansiyelleri bulunan mobilyalara yönelmek veya asma tavanla, gözden kaybolabilecek bir depolama alanı yaratmak gerekebilir.

Kısaca, loft günümüzün adeta kişisel yaşam alanı değil de sahnesi gibi. Büyüklüğü, ferahlığı, akışkan alanları ve brüt kokusuyla tam bir arena. Kentin tüm klişeleşmiş ve monotonlaşmış sistemine karşı bir jest gibi. Yani hayata bakışını değiştirmek ve akışını yönetmek isteyenler için kaçırılmaz bir deneyim. Neden olmasın ki?