+içmimarlık dergisi kış sayısında SEM Collections’a yer verdi.
Derginin sayısında farklı kategorilerde bulunan İtalyan tasarım ürünlere yer verildi.
Grey’s Anatomy’nin femonen oyuncularından Patrick Dempsey ve ailesi, efsanevi mimar Frank Gehry’nin 1960’larda tasarladığı bir yapıdan dönüştürülen muhteşem evlerinde doğayla iç içe mutlu bir hayat sürüyor.
Zamanın, bir zamanlar avangard ve sıradışı olanı, kendi akışı içinde doğallaştırıp olağanlaştıran bir yanı var. 1968 yılında Gehry de Malibu’da, sanatçı Ron Davis için bir ev-stüdyo olarak bu yapıyı tasarlamaya koyulduğunda form ve malzemelerle giriştiği deneylerde de yeni bir bölüm başlatmış oluyordu. Neredeyse 50 sene sonra, bugün Gehry mesleğinde gelebileceği en iyi yere gelip olabilecek her ödülü almış, ‘rüştünü ispat etmek’ deyimini çoktan fersah fersah geçmiş bir mimar. Durum bu olunca, elinden çıkan bir yerin vasat olma olasılığı hiç yok. Dempsey’in evini böyle de okuyabiliriz.
Hatta şöyle bağlayalım: Bir zamanlar Davis için yarattığı, paralelkenar formlu, katlanmış metal ile kaplı ev-stüdyo, bugün Dempsey, eşi ve üç çocuğunun birlikte paylaştığı bu eve dönüşmüş. Sezonlardır devam eden ve dünyanın en fenomen dizilerinden biri olan Grey’s Anatomy dizisinin başrol oyuncularından Dempsey, beş sene önce ev arayışıyla yola çıkarken kafalarındaki resim için şöyle diyor: “Ufak bir araziye ve bolca yaşam alanına ihtiyacımız olduğunu biliyorduk. Aynı zamanda mimari manada da duruşu olan bir yer istiyorduk. Bu yapıyı gördüğümüz anda özellikle dış cephesinin sadeliği ile iç mekânların genişliği ve dinginliği ruhumuza hitap etti. Gözünüzün değdiği hiçbir şey sizi hayalkırıklığına uğratmıyordu.”
Elbette yapının bohem bir sanatçı atölyesinden kalabalık bir ailenin yaşamına uygun bir yer haline dönüşmesi bugünden yarına hemen gerçekleşmemiş. Satın aldıkları sırada evin dış cephesi genel olarak bir arada ve derli toplu; iç mekânlar ise ev sahipleri spa-fitness zinciri sahipleri Sue ve Alex Glasscock tarafından renove edilmiş haldeymiş. Dekorasyonda Michael Lee, peyzaj tasarımında ise Scott Shrader ile çalışan çiftin zevkleri, Dempsey ve eşininkiyle örtüşünce işler bir parça kolaylaşmış. “Glasscock’ların yaptıklarına hayran kaldık ve vizyonlarına saygı duyduk. Bu nedenle Scott’a kafasındakileri uygulayarak yola devam etmesi için bir şans daha verdik” diyor Patrick.
Scott Shrader ise, “Glasscock’lar için bu projeyi ele almam 10 sene öncesine rastlıyor. Buranın kocaman kocaman bir karmaşanın içinde bir mücevher gibi parladığını hatırlıyorum” diye ekliyor. Yaklaşık beş bin metrekareye yayılan ve Glasscock’ların Tin House, Teneke Ev ismini taktıkları ve hatta giriş kapısına süslü harflerle yazdırarak adını resmileştirdikleri ev için Shrader, zeytin ağaçlarıyla gölgelenen arazide ince çakıl taşlarını baz aldığı bir yaklaşım belirleyerek; ön ve arka cepheleri geri dönüştürülmüş arnavutkaldırımı taşlarıyla döşemiş. Yapıyı ve mahremiyeti korumak için ise yemyeşil ağaçlarla kaplı teraslı bahçeleri plana dahil ederek; onların içlerine monte edilmiş oturma alanları ve alçak duvarlar ile buraları sıkça kullanılan yaşam alanlarına dönüştürmüş. “Patrick ve eşi Jillian’ın buraya taşınmalarıyla evin dinamikleri de değişmiş oldu. Yeni ihtiyaçlara uyum sağlamak adına dış mekânları ailece kullanılabilecek hale getirdik. Futbol oynamak için geniş çim bir alan, içinde pizza fırınının olduğu açık havada bir mutfak, örgü-hasır bir gölgelik ile üstü kapatılmış esintili bir yemek alanı tasarladık. Dempsey’nin günden güne büyüyen ve tavuk, sıpa, tavşan, keçi ve domuzlardan oluşan hayvanat bahçesi için ayrılmış alanlar ile her daim araziyi koruyan üç nefis köpek, hep bir arada huzurla yaşıyorlar. Glasscock’ların biniş alanı olarak kullandıkları arazi ise şimdi sebze ve çiçeklerin ekim alanına dönüştürülmüş. Dış mekândaki yemek alanı, Teak Nichols Design’dan mobilyalar ile tamamlanmış.
Evin tamamına sıcak ve komün bir atmosfer hakim. Gehry’nin planladığı şekilde bırakılmış alanların hepsi yaratıcılığa ilham vermek üzere yerli yerinde duruyor. Dempsey’nin eşi Jillian genelde asma katta bulunan heykel stüdyosu veya mücevher atölyesinde zaman geçiriyor. Kendine has bir çizgide ilerleyen iç mekânlara samimiyet ve yaşam enerjisi katmak üzere ekstra bir yardım adına dekoratör ve moda editörü Estee Stanley’den de yardım alan çift, bunun için Stanley’e kısmi duvarlardan yararlanılmasını rica etmiş. Zeminlerdeki organik dokuda ve bal tonlarında ilerleyen Stanley, çok sayıda antika ve zengin vintage objeyi dekorasyona dahil ederek isabetli bir hamlede bulunmuş. Buraya özel tasarlanmış mobilyaları zeki ve konforlu köşelere bölüştürmüş.
Patrick Dempsey, ortaya çıkan sonucu şöyle yorumluyor: “Estee, daha sert ve maskülen duruşlu bir mimari stile feminen bir enerji kattı. Ayrıca biriktirmeyi sevdiğimiz sanat eserleri ve antikaların tarzını da çok iyi kavrayarak dekorasyonu bu manada da çok iyi tamamladı.”
Öyle, çünkü evin tamamı aslında bir sanat eseri.
Londra’ya bir buçuk saat mesafedeki İngiliz sayfiyesindeki bu bohem ve lüks ev bu denli güzel görünüyorsa, bunu Kate Moss’un yaptığı dekorasyona borçlu…
Ne giyse, neyle neyi birbiriyle yakıştırsa oluyor, neye el atsa altından ‘stille’ kalkıyor, dünyayı umursamayıp sadece kendi yoluna bakıyor. Hal böyleyken Kate Moss gibi bir kadının dekorasyonla ilgilenip işin içinden ortalama bir sonuçla çıkması mümkün müydü? Ortaya vasat bir şeyin çıkması mesela? Aklımızdan bile geçmez. Neticede dünyanın en başarılı ve iz bırakmış top modellerinden biri olmasının yanında son derece başarılı bir iş kadınından söz ediyoruz.
İngiltere’nin Oxfordshire bölgesindeki Cotswolds kasabasında yer alan The Lakes by Yoo projesiyle yaptığı işbirliği dahilinde altı ay boyunca Barnhouse adlı bu muhteşem evin dekorasyonu üzerinde çalışan Moss’un ortaya çıkardığı bohem, lüks ve özgür ruhlu mekânlar karşısında gerçekten de söyleyecek söz bulamıyoruz. Emlak girişimcisi John Hitchcox ile Fransız tasarımcı Philippe Starck tarafından kurulan tasarım ofisi Yoo’nun Cotswolds’ta yürüttüğü bu ayrıcalıklı ev projesine misafir dekoratör olarak katılan Moss da sonuçtan oldukça memnun kalmış olacak ki, bu işe mutlaka devam etmek istediğini söylüyor.
Londra’ya yalnızca 1,5 saat mesafedeki Cotswold’un gözden uzak ve coğrafi anlamda zengin köşelerinden biri olan Lakes, tasarım ofisinin hayata geçirmek istediği kişiye özel malikane- çiftlik evi kombinasyonu için tam da doğru lokasyon. “Yoo’nun başkanı John Hitchcox ile tanışır tanışmaz İngiliz sayfiyesine duyduğumuz ortak aşk nedeniyle kaynaştık. Bir de pub’ları çok sevmemiz nedeniyle tabii! John bana Barnhouse’tan bahsettiğinde tasarım ekibinin bir parçası olmayı gerçekten çok istedim. Birlikte harika bir kaçış noktası yarattık” diyor.
Beş odalı ve yüzme havuzlu malikanenin odak noktasında şüphesiz ki Crittall camlı, mavi renkli dolaplarıyla mutfak yer alıyor. Nostaljik pirinç kulpları ile düşünceli ve yoğun bir atmosfer yaratan mutfak, evin tam da kalbinde duruyor. Plush kadife kanepeler ve Moss’un seçtiği Damien Hirst, Allen Jones, Chris Levine ve Mit Senoj’un eserleriyle sanat galerisinden farksız, ormanın orta yerinde lüks ve dopdolu bir ev çıkmış ortaya. Kocaman pencereler, geniş teraslar ve mekâna özel tasarlanmış mobilyalarla tanımlanan evin en özgün yerlerinden biri ise tabii ki yüzme havuzu ve etrafındaki sosyalleşme alanları.
Ebeveyn yatak odası, kocaman tüylü halısı, beyaz yatak örtüleri, renkli yastıkları, büyük banyosu ve en genişinden yatağı ile evin en lüks bölümü. 2,5 milyon Pound’tan satışa çıkan evin dekorasyonu sırasında Kate Moss’un en büyük yardımcılarından biri ise kendi evi için de danışmanlığına sıkça başvurduğu, Grove Interiors’un kurucusu dekoratör Kative Grove olmuş.
Kate Moss, “Onsuz hiçbir şey yapmaya kalkışmam çünkü Kative Grove nelerden hoşlandığımı gerçekten iyi biliyor” diyor ve devam ediyor: “Sevdiğim her dönemden bir şeyler kattım. 1920’lerden, 60’lardan ve 70’lerden izleri her yerde görebilirsiniz, tam da bu yüzden içeriye hakim olan dekorasyonu ‘eklektik’ sıfatıyla özetleyebilirim sanırım.” Misafir yatak odasındaki siyah-beyaz duvarlar, pembe perdeler ve Peru’dan getirtilmiş yatak örtülerinin oluşturduğu kompozisyon gibi, mesela. Mobilyaların çoğu ise İngiliz zanaatkâr David Haddock’a sipariş edilmiş.
Etrafında bankların olduğu yemek masası, paslanmaz çelikten yapılmış yatak başlığı ve sayvanlı karyola, televizyon seti gibi. Haddock aynı zamanda Moss’un Londra’daki evindeki giyinme odasını da ona özel olarak tasarlayan isim.
Moss renkli ve metropol bazlı hayatı kadar sayfiye yaşamının da büyük bir hayranı. “Buralarda yeniden çocuk oluyorsunuz. Dışarıda uyuyor, ateşte yemek pişiriyor, yıldızları seyrediyorsunuz” diye özetliyor duygularını. Şanslı ki, 14 yaşındaki kızı Lila da annesi kadar çok seviyor buraları. Zaten Moss’un da hemen bu civarlarda kendine ait bir evi var. Lakes by Yoo’daki evlerin genel tarzı da tam da böyle, lüks ile işlevselliğin, doğallık ile konforun, duygu ile dinginliğin doğru bir kombinasyonu. Tabii en elegan ve İngiliz asaletinde olanlardan…
On yedi yaşından beri hayatını sahnede geçiren dünyaca ünlü şarkıcı Cher’in Martyn Lawrence-Bullard imzalı Hollywood’daki iki katlı dairesi, sıradışı kişiliğinin büyülü ve cazibeli bir yansıması. Dünyaca ünlü sanatçı Cher’in Hollywood’daki evini, dekorasyonunu yapan, sektörde en az onun kadar ünlü bir isim, Martyn Lawrence-Bullard anlatıyor. “Cher, Batı Hollywood’da, Sierra Towers Apartment’taki bu iki katlı muhteşem daireyi dekore etmemi istediğinde ortaya çıkacak mekânın hiç de sıradan olmayacağını ilk bakışta anlamıştım. Eve ayak bastığım andan itibaren onun için daha önce hiç yaşamadığı tarzda, ışıldayan bir star evi yaratılması gerektiğini hissettim. Çıkış noktası, onun da kişiliğini yansıtan düşsel, hatta biraz büyülü, kısaca tam bir Hint fantezisiydi. Cher bu özel dairede bir Hint prensesinin yaşayabileceği dekorasyon stilinin hakim olmasını istiyordu. Bana ‘Egzotik, oryantal ya da Zen… Bu büyülü atmosferlerden çok hoşlanıyorum’ demişti. Bir zamanlar onu yansıtan karmaşık ve coşkulu gotik dönemi geride bırakarak artık çok daha dingin ve felsefi bir bakış açısıyla Budizme ve onun tüm dekoratif zenginliğine, meditatif hayat kavramına hayranlık duyuyordu.
Dekorasyonun çıkış noktası belki de ev için ilk satın aldığım XIX. yüzyıl dönemine ait bir Hint tanrısını tasvir eden fildişi minyatür tablo oldu. Evin geri kalanındaki tüm renk paletini de bu eser belirledi diyebilirim. Bana ilham veren bu küçük sanat eserinin dokulu krem, kahve, fildişi, çikolata, abanoz, altın, bronz ve yoğun şarap kırmızısı evin ana renk kombinasyonunu da oluşturdu. Dekorasyonun mihenk taşıysa, Rajasthan sarayından getirtilen ve sarayın girişinde kullanılmış bol oymalı üçlü kemer. Kemer evin mimari altyapısını oluştururken, Cher’in evde yaratmak istediği büyülü havayı da pekiştirmek için görkemli yatağın baş kısmında kullanıldı. Tibet, Türkiye, Sri Lanka, Çin, Endonezya, Fas, Suriye’den gelen aksesuarlar, evin dekorasyonu tamamlandıktan sonra Cher’in yakın arkadaşları -yani ben, takı tasarımcısı Loree Rodkin ve tasarımcılar Richard ve Laurie Lynn Stark- tarafından düzenlenen ilk sürpriz doğum günü partisinde ona hediye edildi. Bol baharatlı Hint yemekleri, türbanlı garsonlar ve tam 300 adet farklı boyda ve genişlikte mum… İşte oryantal notaların hakim olduğu egzotik Hollywood gecesinden birkaç detay.”
Kanada’nın ünlü oyuncuları Paul Gross ve Martha Burns, New York’un Orchord caddesinde bulunan eski bir giyim fabrikasının renkli bir lofta dönüştürülmesiyle hayallerindeki eve kavuşmuşlar. Geri dönüşüm sadece mimaride değil, mobilya ve aksesuarların seçiminde de çıkış noktası olmu
Fotoğraflar Bruce Buck (The New York Times).
Paul Gross&Martha Burn
Neredeyse önceki yüzyıldan kalma dikiş makinesi pedallarının yarattığı çökmeler, mekânın ahşap parkelerinde hâlâ kendini gösteriyor. Tesisat borularının açıkta, korunmasız olarak kullanıldığı iç mimaride, kalay tavan kaplaması orijinal hali ile bırakılmış. Paul Gross, evlerini çevreleyen semtlerin de kendileri gibi değişmeden kalmış olmalarına duyduğu hayranlığı anlatırken, dışarı çıktığı zaman muhitlerindeki terzilerin arkasından koştuğundan şaka yollu bahsediyor.
Lokasyona karar vermelerindeki en büyük etken, çiftin çocuklarının okul seçimleri olmuş. 23 yaşındaki kızları Hannah’nın New York Üniversitesi’ne başlıyor olması ve 19 yaşındaki oğulları Jack’in yakında yine New York’ta bir okula gidecek olması tesadüf değil. Yeni evleri tüm aileyi bir araya toplamış. Paul Gross Broadway’de tekrar canlandırılan Private Lives’da rol alıyor. Çift, Kanada’nın ünlü dizisi Slings&Arrows ile tanınıyorlar.
Söz konusu ev yaşamı olunca gelenekçilikle belli bir yere kadar gelebilen ev sahipleri, loftta yaşamaya başlamalarından birkaç yıl sonra gerçeklerle yüzleşmeye başlamışlar. Geçici çözümlerle önlem alınan mutfak ve banyo fonksiyonlarını yitirmeye başlamış. Yer yer yıkılmalar ve eskiyi korumak adına renove edilmemiş alanın genel bakımsızlığı mekânın keyfini kaçırmış. Binadaki başka bir mekânda hiç akılda olmayan modern bir renovasyon yapan tasarımcı Suchi Reddy’i loftu daha yaşanabilir hale getirmesi için tutmuşlar. Ev sahiplerinin her şeyin olduğu gibi kalması konusundaki değişmez arzularını göz önünde bulunduran tasarımcının tespitine göre eski fabrikada kirişlerin yenilenmesine ihtiyaç duyulmuş. İlk adım olarak elektrik ve su tesisatının değişmesi öngörülmüş. Yenilemenin mevcut yüzeyler ve malzemeler korunarak yavaş ve dikkatli bir şekilde yapılmasına özen gösterilmiş. Mekânın gerçeklik hissi ve karakteristik özellikleri korunmuş. Açık alanda yere kadar uzanan pencereler kullanılmış. Kalay kaplama metal tavan titizlikle temizlenip yama yapılarak kullanılabilir hale getirilmiş. Tasarımcı, endüstriyel havanın en belirgin unsuru olan tavanın merkezinden aşağı uzanan eski demir kirişleri öne çıkarmak istemiş. Evin ahşap parkeleri onarılarak, hareket halinde ortaya çıkan gıcırtılar giderilmiş.
Suchi Reddy, mekânın eski sahiplerinin endüstriyel olarak kullandıkları alanı koruyarak evde ayrı bir yatak odası yapmaktansa yatak odası bölümünü mekândan oval bir ray sistemi ile ayırarak yaratmış. Yarattığı yeni alana Koza ismini veren tasarımcı, yatağın etrafını yarı saydam koton bir perdenin asılı olduğu dairesel bir ray ile çevrelemiş. Mekân içinde yeni bir mekân yaratarak eskiyi korumayı amaç edinmiş, evi yenilikçi fikirlerle günümüze uyarlamış. Evde kullanılan pek çok mobilya yansıtılmak istenen dönemin hassasiyetine göre özenle seçilmiş.
Loftun tasarımında kullanılan malzemeler ve dekorasyondaki cesur renklerle bu endüstriyel mekân insana çok sesli bir koro hissi veriyor. 350.000 dolarlık restorasyonun tamamlanmasının ardından ev sahipleri nihayet kendilerine has gelenekleri yaşatma fırsatı bulmuşlar. Geçtiğimiz ay ilk büyük davetlerini Kanada’ya özgü şükran günü ile vererek yeni yaşam alanlarının tadını çıkarmaya başlamışlar.
‘Loft’ kelimesini aslında daha çok New York’ta yaşayanlardan duyduk daha önce. Terk edilmiş binalarda yer alan bu ev tipinde, duvarsız, separatörsüz, geniş, yüksek tavanlı, ferah, kolonların arasından uçsuz bucaksız metrekarelere yayılmış bir ev kompozisyonu, mutfağı, yatağı, çalışma alanını, vs. aynı alanda birleştirip, yıpranmış tuğla duvarların arasında biraz da bohem bir atölye-ev havası estiren bir atmosferi tanımlardı. Dünyanın en sık görülen ev tipi olmadığı için, rahatına düşkün ve orijinallik isteyen herkesin hayallerini süslerdi.
Ancak yıllar sonra, özellikle de kentlerde ‘tek başına yaşam’ın popülerleşmesi veya ‘iki kişilik çalışan aileler’in sayılarının hızla artmasıyla, -hali hazırda bir booming yaşayan- emlak sektörü, talebi arza güncelleştirilmiş loft tipi dairelerden oluşan kuleler tasarlayarak dönüştürdü. Modernist kule çalışanları, bu yeni mimari yaklaşımı o kadar hızlı ve kolayca benimsediler ki artık loft tarzı, neredeyse Amerika’daki ününü buraya teslim edecek gibi.
Kaldı ki, (tıpkı yıllar öncede olduğu gibi) zamanında kent merkezinde kurulmuş olan sanayi bölgelerindeki depo, fabrika ve atölyeler yavaş yavaş şehir dışına taşındıkça, bu binalar işyeri olarak değil, konut olarak değerlendirilmek suretiyle, müstakil bireylerce satın alınıyor ve renovasyonu keyifle birleştiren pek çok yaratıcı yatırımcı, ‘eski sanayi’ bölgelerine kendi ‘loft’larını kondurdu. Ama genel olarak bu yeni yaşam tarzı öncelikle, ailelerinin apartman dairesi hayatından sıkılmış, dinamik ve iyi kazanan genç nesil tarafından ya da tempolu yaşayan yüksek gelirli profesyoneller tarafından tercih edildi ve edilmekte.
Bu geniş hacimli, yüksek tavanlı ve büyük pencereli mekânlar için mobilya seçmek, dekorasyon yapmak, bir tarz tutturmak çok da kolay değil. Tek ve açık planlı mekan, dışarıda görünen tesisat boruları, kirişler ve taşıyıcı kolonlar gibi unsurlar, loftlara dekoratif olarak fazla seçenek bırakmıyor. Örneğin klasist veya gösterişli bir dekorasyon tarzını seçmek işin doğasını bozuyor. Dolayısıyla gidilecek yolda modernist ve maskülenist davranmak, zaman zaman çağdaş sanat eserlerine veya tasarım heykellere yer vererek, vintage veya bir iki parça antik kullanarak yaşam gustosu olan bir denge kurmak gerekiyor. Elbette ki ‘rahatlık’ temasını göz önünde bulundurmak en önemli kriter: Bu noktada en konforlu yaşama, uyuma ve yemek yeme alanlarının belirlenmesi şart.
Işığın en kuvvetli olduğu noktaya yaşam ve çalışma alanlarını konumlandırmak, karanlık köşelerde uyuma alanını sabitlemek de bir fikir. Mekanları biraz birbirinden ayırmak için, arkası kapalı olmayan, çift yönlü kullanılan bir kitaplık ünitesi kullanmak, farklı renkte halılarla algıyı ayrıştırmak mümkün; ayrıca sadece belirli bir bölgeyi platformla yükseltmek, tavandan sarkan, bağımsız perdelerle sınırları belirlemek de kolay.
Mobilyalara dönecek olursak, hamlık duygusu loft tarzı evlerin DNA’sında var, bu bir gerçek. Bu doğrultuda, evin mimarisindeki (örneğin sıva/tuğla bırakılmış duvarlar, beton efektli zeminler gibi) hamlık duygusu, ham ahşap mobilyalar, mermer ve taş gibi yine doğadan gelen malzemelerle çalışılmış tasarımlar veya çevreciliği önemseyen yüksek teknoloji ürünü sistemlerle birleştirilebilir (zaten loft tarzı yaşamı seçen bir kentlinin, geleneksel çözümler yerine reformist seçimler yapması, rastgele yerine iyi düşünülmüş, değeri, fonksiyonu ve teması olan ürünlere yönelmesi beklenir). Ancak mekan, çok da mekanik de durmaması için tekstillerle bol miktarda yeşil bitkiyle yumuşak ışık düzenekleriyle de ısıtılabilir. (Bana sorarsanız eskitilmiş bir Chesterfield, kalabalık yemekler için ada çözümlü bir süper-teknolojik mutfak ve bir köşede irili ufaklı mumlarla yaratılmış bir köşe, gerçek bir loftun ‘olmazsa olmaz’larıdır bu arada…). Öte yandan, mobilya seçerken çekmeceli, dolaplı, bazalı mobilyaları da göz önünde bulundurmak gerekir çünkü depolama, loftların en önemli sorunlarından biri haline dönüşebilir. Bunu önlemek için, depolama potansiyelleri bulunan mobilyalara yönelmek veya asma tavanla, gözden kaybolabilecek bir depolama alanı yaratmak gerekebilir.
Kısaca, loft günümüzün adeta kişisel yaşam alanı değil de sahnesi gibi. Büyüklüğü, ferahlığı, akışkan alanları ve brüt kokusuyla tam bir arena. Kentin tüm klişeleşmiş ve monotonlaşmış sistemine karşı bir jest gibi. Yani hayata bakışını değiştirmek ve akışını yönetmek isteyenler için kaçırılmaz bir deneyim. Neden olmasın ki?
Binanın dış cephesi geleneksel ve modernin bir araya geldiği bir tasarım tarzını yansıtıyor. Binanın yapımında kullanılan eğimli çatı ve taş malzemeler ilk bakışta dikkat çeken unsurları oluşturuyor. Büyük ve ahşap giriş kapısı evin ihtişamına uygun bir karaktere sahip. Ayrıca binanın geniş pencereleri sayesinde de iç mekanlar çok daha fazla ışık alıyor.
Kolonyal tarzı yansıtan giriş
Girişte dış alanları iç mekanlara bağlayan ve sosyal yaşam alanlarının kesiştiği geniş bir koridor ve yatak odalarının bulunduğu üst kata çıkan görkemli bir merdiven bizi karşılıyor. Yüksek tavan, mermer yerler, heybetli sütunlar ve şık ve klasik merdiven tırabzanları evin belirgin Meksika kolonyal tarzını yansıtıyor.
Dış mekan dokusu yaratan oturma odası
İlk girdiğimiz oda ise bahçenin içindeymiş gibi oluşturulmuş gösterişli olduğu kadar da şık ve huzur dolu bir oda. Açık havanın ve güneş ışığının tadının doya doya çıkarılabileceği bu oturma odasının yan cephesinde yemek odasına açılan cam kapı ve pencereler var. Girişte de gördüğümüz kolonlar bu yaşam alanına da saray havası katarak zengin ve elit bir atmosfer sağlıyor.
Doğal ve gösterişli mobilyalar
Yemek odası ise girer girmez göze çarpan devasa bir ahşap yemek masasıyla büyüleyici bir ortama sahip. Sandalyelerin modern tasarımı geleneksel tasarıma çağdaş bir dokunuş niteliği taşıyor. Tıpkı yan tarafta bulunan oturma odası gibi yemek odası da bahçeyle geniş bir bağlantıya sahip ve bu da yaşam alanına eşsiz bir ferahlık katıyor. Bu yemek odasında öğünlerinizi keyifle tüketirken hem açık alanda yemek yiyor gibi hissediyorsunuz hem de güneşin keskin ışıklarından ya da yağmurdan korunabiliyorsunuz.
Dinlendirici bir yatak odası
Evdeki iki yatak odasından birine vardığımızda odada iki ayrı tek kişilik yatak ve bir de çalışma masasının yer aldığını görüyoruz. Bu yaşam alanında da evin diğer mekanlarında da olduğu gibi belirli bir karakter korunuyor: Doğal renkli paletlerle dekore edilmiş tavan, içeri sızan güneş ışınları, beyaz duvarlar ve ahşap yerler son derece huzurlu, dingin ve dinlendirici bir atmosfer yaratıyor. Mobilya renkleri tercih edilirken de yumuşak renkler seçilerek samimi, sıcak ve sakin bir ortam yaratılmış.
Özel tasarımlı banyo
Diğer odalardaki doğal ahşap paletli tavan tasarımı banyoda da kullanılmış ve evin iç mimarisinde tutarlı ve bütünsel bir görüntü oluşturulmuş. Lavabo ünitesinin altında yer alan ahşap banyo dolapları özel olarak bu proje için mimarlar tarafından tasarlanmış ve üretilmiş. Küçük ahşap pencerelerin aralıklı yapısı ortama sıcak ve samimi bir dokunuş niteliği taşıyor. Yerdeki geleneksel kırmızı halı ise odayı hareketlendiren renk unsuru olarak öne çıkıyor.
Rory Rockmore, Los Angeles Downtown merkezli, lüks güzellik markası olan ünlü kozmetik firması NCLA’nın yaratıcı yönetmenidir. Ünlü tasarımcı, evini yaşayan bir orman cennetine dönüştürmüş.
Kusursuz özen, cesur desenler ve baskın renkler ile şekillendirdiği evi, Los Angeles’ın karanlık algısını yerle bir ediyor. Ev; neon levhaları, parlak renk tonları, şık mobilyaları ve ilginç aksesuarlarıyla tekrar tekrar kendine baktırıyor ve her defasında ilgi topluyor.
Uzun bir süre köpeği Betty ile New York’ta yaşadıktan sonra iş sebebiyle Los Angeles’a taşınan Rory, 1,5 senedir bu büyüleyici dairede yaşıyor. Daireyi ilk gördüğünde düşündüğü şu olmuş;
“Yeni evimde kendim için daha iyi çalışma koşulları yaratmalıydım ve konforumu sağlarken kişiselliğimi de daireme katmalıydım!”
Rory: “Son zamanlarda kendime özgü cennet yaşam biçimlerini şekillendirdim. Çeşitli çalışmalar yaptım ve arşivime beyaz-altın renklerini, gökyüzünü ve tropikal bitkileri ekledim. Beverly Hills Hotel’i çok beğenirim ve Married with Children dizisinin başrolündeki Peg Bundy karakteri bana hep ilham vermiştir.”
Fransız çift 1 dolara aldıkları mağarayı lüks bir daireye çevirdiler. Metruk bir halde olan mağaranın geldiği son hal inanılmaz…
Fransa’da Alexis Lamoureux ve Lotte van Riel çifti kafalarına koyduklarını yapma konusunda hepimize ders verebilir. Hikayede bahsedeceğimiz mağaranın restore edilmeden önceki küsuratlı net fiyatını vermemiz gerekirse, 1.34 dolar. Çift, Lotte’nin büyükannesinden kalan mağarayı açık arttırmayla satın almış.
Lotte büyükannesinden kalan bir mağara olduğunu öğrendikten sonra keşfe gitmiş. Harabe halindeki mekanı kız arkadaşı Alexis ile restore edebilmek için 10 farklı bankaya krediye başvurup ret cevabı alınca, 3 yıl boyunca restoranda çalışarak para biriktirmişler. Azmin sonucunda ortaya, benim diyen iç mimarları bile kıskandıracak bir ev çıkmış.
Kahramanlarımız mağaralarını yaşanabilir bir mekâna dönüştürmek için tam 3 yıl para biriktirdiler. Tadilat, bakım ve tasarım işlerini de hallettikleri 4. yılın sonunda, hayallerindeki evi tamamlamışlardı
Lotte ve Alexis su, elektrik ya da kanalizasyon borusu gibi yaşamak için gerekli olan hiçbir şey olmayan mağaraya, beraber altyapı döşemişler
Düzenleme ve altyapı için yapılması gereken tonlarca iş onların gözünde hiç büyümemiş
Ve 25 yıldır terk edilmiş şekilde duran mağara sonunda bu hale gelmiş
Çift, şimdi 2 yatak odası, 2 banyo ve 1 mutfağı bulunan mağara evlerine internet bile bağlatmışlar
Avrupa’da sandığımızdan daha popüler olan mağara evler, kapış kapış giden ve lüks bir konaklama sunan bir markete dönüşmüş
Lotte’nin dediğine göre, 10 yıl içinde bu şekilde restore edilebilecek boş bir mağara bulunamayacak. Çift mağaralarını sadece yaşamak için değil gelir kaynağı olarak da kullanmayı ve kiralamayı planlıyor
Evin içi gündüz mükemmel bir şekilde ışık alıyor
Mağaralar düşündüğümüzden daha güvenli ve rahat. Çünkü yazın efil efil ve kışın da korunaklı bir yapısı var. Ayrıca deprem vb. felaketlerden normal bir taş binaya göre çok daha az etkileniyorlar
Terk edilmiş yıkık dökük bir mağaranın yaşanan bir eve dönüşmesi harika!
Dumbo Saat Kulesi
Dumbo saat kulesi New York’taki en eğlenceli ve ilginç mimari örneklerden birisi. Bu eski saat kulesi bir dizi renovasyon çalışmasının ardından bu günkü haline yani Manhattan, Brooklyn ve Queens manzarasına hakim dudak uçuklatan bir çatı triplexine dönüşmüş.
Brooklyn’deki Tarihi Bina
Dumbo Saat Kulesi’nin yer aldığı bina 1916 senesinde inşa edilmiş ve karton kutu fabrikası olarak faaliyet gösteriyormuş. 1998’de ise 124 dairenin bulunduğu 15 katlı bir konut alanı olarak yeniden planlanmış ve dönüşüm için inşaat faaliyetleri başlamış.
Eski fabrikanın orijinal parçası olan saat kulesi de adeta binanın kartal yuvası, hatta kral dairesi olarak muhafaza edilmiş.
David Walentas
Brooklyn’de binanın bulunduğu civarın adı kısaca Dumbo: Down Under the Manhattan Bridge Overpass. Eski fabrika binasına da Dumbo semtine de yeniden hayat veren isim aynı: David Walentas… Kendisi gözden düşmüş hatta terk edilmiş semtleri yeniden canlandırmasıyla ünlü bir emlak devi.
Özellikle Brooklyn bölgesi için yaptıkları ve tabii ki orijinal adıyla The Clock Tower Binası New York’un en başarılı kentsel dönüşüm projelerinin başında gösteriliyor.
Biraz Da İçeri mi Baksak?
Saat kulesi şeklindeki daire resimlerden de anlaşılabileceği üzere 360 derece manzaralı ve her cephesinde üzerinde saat bulunan 4 metre yüksekliğinde cam pencereler bulunuyor.
600 metre kare büyüklüğündeki üç katlı dairede 5 oda, 3 yatak odası ve 3 adet de banyo bulunuyor.